Şebnem Pişkin'den “ 'Ben' Olan Ben”


         Şebnem Pişkin'le yaptığım röportajın ardından şimdi de kendisinin yayınlamama izin verdiği -yanda kapak resmini gördüğünüz- ''Bir'' adlı kitabında da yer alan bölümü yayınlıyorum.  




''Ben'' Olan Ben
        ''Bugün aynada kendime uzun uzun baktım. Kendimi tanıyor muyum? Ben kimim? Bu beden “Ben” olan mı? Ben “Ben’im” derken bu bedeni mi kastediyorum?
   Adımı biliyorum. Boyumu, kilomu, saç rengimi, göz rengimi, yapısal özelliklerimi, hassasiyetlerimi, neleri sevdiğimi, nelere kızdığımı, bedenimdeki kusurları, zayıflıkları ya da güçlü yanlarımı biliyorum. Bunları bilmek Ben olanı tanımak, bilmek midir? Adımı bilmek Ben’i bilmek olamaz.  İsmim sadece bu bedenin kullandığı bir etiket olabilir, ama Ben isimden ibaret değilim. Öyleyse ben kimim?
         “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu. Engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrının ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.  Tanrı “Işık Olsun!” diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa gündüz, karanlığa gece adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.” (Eski Ahit, Yaratılış 1-5)
    “Ben” kelimesi öyle bir kelimedir ki bu kelimenin içinde az da olsa diğer her sözcüğün ruhu kilitlidir aslında. “Ben”i bulmak için yaratılış kadar öncesine uzanmak gerekir.
Başlangıçta, kâinat maddî olarak bulunmadan evvel yalnızca düşüncenin sonsuzluğu vardı. İstersek buna Yaratıcı diyebiliriz. O, tüm yaşamın asıl nedeni ve temeliydi. Olmuş, olan ve olacak olan her şey bu düşünceden, yani Yaradanın zihninden çıktı. Yaradan, kendisi olan sonsuz düşünceyi düşünüp tasarlayarak kendisini yine kendisinin benzersiz formuna genişletti. Düşünce tasarlanıp genişlediği zaman daima ışık yayan bir titreşim frekansına düşürülmüş olacağından yaratılmışların tümünün kökeni de saf ışık oldu. Evet, düşünceyi tasarlayıp onu hissettiğinizde düşünce ışığa genişler ve ışığın devinimini yavaşlatıp yoğunlaştırırsanız, ışık elektruma dönüşür ve onu da yavaşlatıp frekansını düşürürseniz kaba maddeyi elde edersiniz. İşte bizler de önce düşünceyken, sonra ışık ve en son da madde bedenlere dönüştük. Tıpkı Yaradanın kendisi gibi bizler de asli Öz’ümüze, asli tanrısal benliklerimize ve asli ışık bedenlerimize böylece sahip olduk. Bu yüzden her birimiz O’nun içimize ruhundan üflediği tanrısal varlıklarız. Bu yüzden Yaradan dışarılarda bir yerlerde değil, özümüzde saklı. Bu yüzden kendini bilen Rabbini bilir ve bu yüzden tüm yaratılmışlar, Yaratıcı’dan ötürü hoş görülür. İşte Bir olma, Bir kaynaktan gelmek bu yüzden.
 Peki Yaradan kim? Benim bildiğim ve sevdiğim Yaratıcı yukarılarda bir yerlerde bir taht’a kurulmuş, tüm yaşamı ve insanları yargılayan bir kişilik değil. Tam tersine O yukarıda, aşağıda, doğuda, batıda, yani yaşamın bütününde ve düşüncenin sonsuzluğunda var olan, yaşamın bütünü olan, her şey olan ve her şeyi içeren sınırsız ve yüce oluştur. O, tenimde esen rüzgâr, her şeyi ısıtan güneş, yaprakların renk değişimi, çocukların kahkahası, gece göz kırpan yıldızlar, uçan böcekler, konan kelebekler, güzel kuşlar ve çirkin solucanlar, tüm sesler, renkler ve ışıklar, sevgi, üzüntü ve sevinçtir. Her şey olan Tanrı, Olan her şeydir ve olan her şeyin sürekliliği ve ebediliğidir. O bilir ki yarattıklarını iyi-kötü, kusurlu-kusursuz, doğru-yanlış olarak yargılarsa sadece Kendisini yargılamış olur.  O, var olan her şey olduğu için, doğruda olduğu gibi yanlışta da, güzellikte olduğu gibi çirkinlikte de, yücelikte olduğu gibi alçaklıkta da tezahür eder.
 Bedenimizi bir arada tutan Yaradan’ın sevgisidir. O’nun sevgisi olmasaydı ne madde, ne de zaman var olmazdı. İşte bu yüzden maddeyi moleküllerine ayırsak atomun içindeki boşluğun aslında ilahi sevgi’den oluştuğunu görürüz.
 Bizimle Yaratıcı arasındaki sevginin hiçbir koşulu yoktur. O’nun bize olan sevgisi o denli büyüktür ki istediğimiz şeyi yapabilmemiz için bize tam bir özgür irade vermiştir. Düşüncemizde hangi gerçekliği yaratırsak ve hangi ideali arzu edersek onu tezahür ettirme, oldurma kudreti vermiştir bize. Biz her ne yaparsak yapalım, hangi serüvenlere girişirsek girişelim daima seviliyoruz. O’nun bir parçası olan bizleri O’ndan ayırabilecek hiçbir güç yok.
 Öyleyse kendimi O’nun muhteşem varlığının dışında tanımlamam mümkün mü? Benim “ben”im, O’nun “Ben”inde saklı değil mi? O’nu algılayabilmemin, anlamamın ve O’nu bilmenin tek yolu kendimi bilmekten geçmiyor mu?
 Tanrı’nın “Ben” i, O’nun ebedi olan tek kelimesidir. O kelimenin içinde Tanrı vardır, en üst bilinç vardır, yaşam vardır, ölüm vardır, varlık vardır, yokluk vardır. Tanrı “Ben” dediğinde geride söylenmemiş hiçbir şey kalmaz. Görünen ve görünmeyen dünyalar, doğanlar ve doğmayı bekleyenler, akıp geçen zaman ve henüz gelmemiş olan zaman hepsi o yaratıcı kelimenin içindedir. İşte bundan dolayı “Ben” kelimesi yaratıcı kelimedir. Çünkü o Tanrı’nın kelimesidir.
 Bilincimiz ne ise, “ben”imiz odur. “Ben”imiz ne ise, dünyamız da o olur. Hepimiz ayrı ayrı kendi içimizdeki “ben”lere odaklanmış olsak da aslında bizler sadece bir tek “Ben”in merkezindeyiz. İnsanın “ben” i nasılsa dünyası da öyledir. İçimizdeki “ben” bölünmüş olduğundan çoğumuzun dünyası da bölünmüşlük taşır. Çünkü içimizdeki “ben” kendine yabancı gördüğü diğer “ben”leri dışarı atarken, kendine iyi görünenleri içeri alır. Bu bölünmüşlük bizi merkezdeki “Ben” den ayırır, böler. Dünyamız sırf içimizdeki “ben” bölünmüş olduğundan kendine karşı da bölünmüş bir dünya olur.
 Günümüz toplumunda bu bölünmüşlüğü yaşamıyor muyuz? Ben sağlıklıysam, hasta olanlardan bana ne? Ben zenginsem fakir olanlardan bana ne? Başımı soktuğum bir evim, karnımı doyuracağım yiyeceğim varsa, olmayanlardan bana ne? Ben iyi durumdaysam, diğerlerinden bana ne? Bu düşünce ancak kendi “ben”ini Bir olan “Ben”den ayrı gören bir bilincin düşüncesi olabilir. Oysa insan kendini bir olan “Ben” in içinde kaybetmedikçe asla gerçek “ben”i bulamaz.
 İnsan kendi “Ben”ini bilmezse kendini Tanrı’nın “Ben” i, diğer “ben”ler ve kendi “ben”im diye ayırır. Ve Tanrı katında kendini Tanrı’dan ayırmaktan daha kötü olan hiçbir şey yoktur. Tanrı, insanın içindeyse benim “ben” im O’nunkinden ayrı olabilir mi?
 Bu yüzden hepimiz daha yüksek bir anlayış için dua etmeli ve her “ben” kelimesini mırıldanışımızda okyanus gibi engin olan bu kelimenin içindeki diğer “ben”leri de duyabilmeliyiz. Bu kelimenin sihirli gücünü kavramalı, yok kavrayamıyorsak bu kelimeyi kullanmada cimri davranmalıyız belki de.
 Bugün her şeyin kaynağı ve merkezi olan yaratıcı sözcük  “Ben”i kullanırken kendi “ben”imin diğer “ben”lerle Bir olduğunu anlıyor ve Tanrı’nın “Ben”inde var olmayı seçiyorum. Kendi sağlığım, kendi zenginliğim, kendi bilgim, kendi mutluluğum sandığım her şeyin aslında Bir olan tüm yaratılmışların sağlığı, zenginliği, bilgisi ve mutluluğu olduğunu anlıyorum. “Ben” dediğim zaman kalbimden “Tanrım “ben”in getireceği felaketlerden sığınacak yerim, “Ben”in getireceği saadet için rehberim ol” diye dua ediyorum.''
Şebnem Pişkin

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk çizgi romanı ne durumda?

Ömer Muz Röportajım:

Kaliteli bir yerli polisiye: "Karanlıkta Koşanlar"