Dedektif Julia ve ''Av-Avcı Ekseninde Duygu Düellosu''


 
Sayın Lami Tiryaki, Dedektif Julia'nın ''Avcı'' isimli macerasıyla ilgili bir yazısını blogumda yayınlamam üzere bana gönderdi. (Kendisine çok teşekkür ederim.) Lami Tiryaki'nin yazısından önce Julia ve söz konusu macerası hakkında sizlere biraz bilgi vermek istiyorum. Keyifli okumalar...






Julia kimdir?
   Bilen bilir. Her ayrıntıyı değerlendirmeye çalışan, disiplinli ve insancıl bir kriminologdur Julia Kendall... Aynı zamanda kedisini de çok sever. Otuzlu yaşlarındaki Julia, fazla makyaj yapmaz, aşırı şık giysiler yerine günlük ve sade giysileri tercih eder. 
   Modern biridir. Kısa süreli bir kaç aşk macerası olmuştur. Bu kısa süreli ilişkiler gözünü korkutmuştur biraz... O yüzden uzun süreli birlikteliklere sıcak bakmaz. Cinselliğin, ''bir ilişkinin amacı değil tamamlayıcısı'' olduğuna inanmaktadır. 
   
   Bölümler arası geçişlerde Julia'nın iç konuşmalarına şahit oluruz. Bu iç konuşmalar olayın canlılığını korur ve Julia'nın kişiliğini büyük ölçüde kavramamızı sağlar.

 ''Avcı''nın Konusu:


   Rangerlar'ın koruma bölgesindeki Adirondack'ta ''Edna Forbes'' adında, fahişelik yapan bir kadının cesedi bulunur. Bir bölümü hayvanlar tarafından parçalanmış bu cesetin yaklaşık 10 günlük olduğu anlaşılır. Forbes, bir av tüfeğiyle vurulmuştur. Adli tıp uzmanı Doktor Cage'in hazırladığı rapora göre; maktülün vücudundaki bir kısmı açık, bir kısmı kapalı yaralar bir süre işkence gördüğünü; çalı çizikleriyse ormanda koşarak birinden kaçmaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Olay yeri incelemeleri daha da hızlandırılır ve yakın bir mesafede bir kadın cesedi daha bulunur. Öncekinden daha eski olduğu her halinden belli olan 2. ceset de bir fahişeye aittir. Olay yerinde katile ait olabilecek sadece tek iz vardır; 44 numara bir bot ayakkabı izi. Katilin yerleşim merkezine bu kadar uzak olan bir yere gelip de nasıl sadece basit bir bot izi bırakacağı büyük bir muammadır. Tabii kahramanımız; Julia sözü alana kadar!.. Ona göre ancak helikopteri ya da uçağı olan biri ardında bu kadar az iz bırakabilir. Ama arazi engebeli olduğundan uçağın ya da helikopterin o yörede çokça bulunan göllerden birine indirilmesi gerekmektedir. Bu iddia üzerinde durulunca ''çember iyice daralır!..'' Şimdi katil şüphelisi iki kişi vardır... Biri pembe dizi senaristi, maceraperest bir kadın; diğeriyse emekli bir general!.. (...)

 ''Avcı, oyunu ne kadar uzatırsa o kadar keyif alıyor.'' 

 Av - Avcı Ekseninde Duygu Düellosu:

   ''  Julia’nın Aksoy’dan yayınlanan 14. sayısı Avcı, pek fazla değişik tat içermemesine rağmen akıcılığı ve etkileyici oyalayıcılığı sayesinde kendini zevkle okutturmayı başaran bir öykü. 

     Berardi’ye senaryoda West’in  yaratıcısı Gino D’Antonio yardımcı olmuş. Öykünün girişi oldukça sıradan. Issız arazide çıplak ve savunmasız bir genç kadın ve onu kovalayan acımasız katil. Ancak sayfalar ilerledikçe detaylarda ince ayrıntılar olduğunu anlıyoruz. Kaçan kadın bir av senaryosunun “gerçek oyuncusu”dur. Avcı, içindeki gizli dürtülerin tatmini ve açığa çıkarmakta mahzur görmediği nefretini doyurmak için böyle bir “oyun” tasarlıyor. Oyunun sonucu her halukarda kurbanın ölümüyle sonuçlanıyor. Bu arada avcımız oyunu ne kadar uzatırsa o kadar keyif alıyor. 

     Öykünün ileri aşamalarında dile getirildiği üzere, oyun esnasında gerçek av-avcı psikolojisi hakim. Avcı bir şekilde kendi dürtülerini tatmin etmek için yine kendinden kaynaklı bahaneler üretmiş. Bu bahanelerin her ne kadar psikolojik altyapısı varsa da sonuçta iş belli bir tatminden öteye gitmiyor. Başta bu biçimde kurgulanan senaryo, kendini zevkle okutabilmek için bizlere başka türlü bir olay örgüsü sunuyor. 
 
  Seri katili izleme esnasında kişisel detaylara girerek paralel açılımlar getiriyor. Julia’nın yalnız yaşamaya getirdiği bakış açısını, sonradan teğmen Alan Webb’i de işin içine katarak genişletmeye çalışmışlar. 60. sayfadaki Julia’nın günlüklerinden alınan bölümlerde zarif kriminologumuz şöyle düşünür; “Belki annem de Emily gibi davranırdı. Bunu asla bilemem, çünkü onu kaybettiğimde üç yaşındaydım... Ziyaretine gittiğimde anneannem bana annelik ediyor. Ama daha ihtiyatlı bir şekilde... Beni koruyabilecek iyi bir gençle evlendirip... bir sürü çocuğu pışpışlamamı istiyorlar. Sakin ve mutlu bir hayat... Bu, onların hayata bakış açısı, benim değil.
Julia

  Tek başınayken böyle idealist düşüncelere sahip Julia. Aslında genelde aktif ve yalnız yaşayan herkesin aklındaki ideal fikirler bunlar. Benim şu andaki yaşam biçimimle de örtüştüğü için üzerinde rahatlıkla düşünebiliyorum.

  Julia’nın bu tür düşüncelere dalmasının asıl nedeni, 34-36. sayfalardaki teğmen Alan Webb’le olan atışmalarıdır aslında. Webb, bildiğimiz üzere Julia’ya aşık. Hatta Cyrano’daki müthiş öpücükle bir miktar da belgelenmiş bir aşktır bu. Ancak sorunlar da vardır(yoksa Julia efsanesi sona ererdi değil mi?)


   34. sayfada çavuş Ben Irving’in, göreve çıktıklarında ikide bir eşini arayıp rapor vermesini eleştirmektedirler. Konu, yalnız yaşmaya doğru kayar. Her ikisi de anında birbirlerine “atlamaya” hazırdırlar aslında. Ama işte o yukarıdaki idealist fikirler yok mu? Örneğin 34. sayfanın ikinci karesinde Julia, “Evde seni bekleyen birilerinin olması çok güzel bir şey...”. Teğmen, “Avantajları olabilir ama. Biz bekarların da var. Örneğin az fatura ödüyoruz” gibilerinden durumu kurtarmaya çalışır. “En azından...” diyerek.
 ''Kişiselliğe indirgenmiş hikayeler beni müthiş etkiliyor...''

Julia, “Duydunuz mu? İlkbahar kokusu... Doğa uyanıyor... Toprak canlanıyor...” “Kimse böyle güzel mevsimde ölmemeli...” Julia konuyu açtığına pişman gibidir neredeyse. Bizim teğmen de hala açılmaya çalışmakla meşgul. “Yalnız da kalmamalı... Boş bir ev çok büyük ve soğuk oluyor.  (Bu düşünce sadece insanın birine tutkun olduğu zamanlar gelir aklına. Aslında tamamen size ait olan kocaman bir evin insana verdiği özgürlük duygusu öyle kolay tarif edilemez).

35. sayfada diyalog devam etmektedir. Teğmen, “Bazı akşamlar size telefon etmek isterdim...” Julia, “Neden etmediniz?” “Rahatsız etmekten çekindim sanırım...”. “Rica ederim... Dostlarım benim geç saatlerde yattığımı bildikleri için gece bile ararlar. Leo örneğin... Sabahın dördünde bile mutlaka anlatacak bir şeyler bulur.

   Bundan sonrası tahmin edileceği üzere müthiş bir kavga şeklinde devam eder. Teğmen derhal kıskançlığını sert bir biçimde belli eder. Julia’da o bildik zarif öfkesiyle bağırarak yatmaya gider. Biz de yeni bir “Teğmen-Julia klasiği” okumuş oluruz. Sonra... barışma ve karşılıklı özür dileme sahneleri de çok hoş yazılmış. O kısmı da henüz okumamış olanlar için (hala varsa) sürpriz olsun.

   Ben hikayenin en çok bu bölümlerini sevdim. Daha önce de defalarca yazdığım üzere Çizgi romanlarda kişiselliğe indirgenmiş hikayeler beni müthiş etkiliyor. Bu tür yaklaşımlar asla klişeleşmiyor ve nadiren oluyor. Kıymetini bilmek lazım. Yoksa her zaman bir seri katil avcı ve av bulunabilir...

Lami Tiryaki ''

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk çizgi romanı ne durumda?

Ömer Muz Röportajım:

Kaliteli bir yerli polisiye: "Karanlıkta Koşanlar"